Deyimler

Toplam 11,193 deyim bulundu. Alfabetik sıraya göre listeleniyor.

afyonu başına vurmak

aşırı davranışlarda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptığını bilememek.

10

afyonu patlamak

ayılmak, kendine gelmek.

12

Agop'un kazı gibi bakmak

aptal aptal bakmak.

8

ağaç olmak

argo bir yerde ayakta durarak çokça beklemek: Neredesin yahu, seni bekleye bekleye ağaç olduk.

12

ağı gibi

1) acı veren, çok etkileyen; 2) çok sert, keskin.

10

ağına düşürmek

tuzağına düşürmek.

12

ağır basmak

ağırlık olarak fazla gelmek.

11

ağır çekmek

tartıda ağır gelmek.

11

ağır durmak

ciddi, ağırbaşlı, oturaklı, soğukkanlı hareket etmek: 'Devlet adamlarının ileri gelenleri böyle sözlere karışmaz, ağır dururlar.' -M. Ş. Esendal.

9

ağır gelmek

1) gücüne gitmek, onuruna dokunmak: 'Bu vazife bana çok ağır geliyor.' -N. F. Kısakürek. 2) yapılması güç gelmek.

17

ağır kaçmak

1) gücendirici olmak, uygun düşmemek: Bu şaka biraz ağır kaçtı. 2) beklenenden fazla olmak: Hakem tarafından verilen kırmızı kart ağır kaçtı.

14

ağır kayba uğramak

maddi ve manevi büyük zarar görmek.

11

ağır ol!

1) 'ciddi, ağırbaşlı, soğukkanlı, sabırlı ol!' anlamında kullanılan bir söz; 2) 'acele etme, yavaş ol!' anlamında kullanılan bir söz.

12

ağır oturmak

ağırbaşlı olmak.

11

ağır söylemek

acı, dokunaklı sözler söylemek.

11

ağır yara almak

1) kavgada veya savaşta önemli ölçüde zarar görmek; 2) bir olayda beklenmeyen sıkıntılı ve olumsuz bir duruma düşmek.

9

ağırdan almak

1) bir işi gereken süre içinde bitirmemek, geciktirmek: 'Görüyorsunuz ki bu soyadı konusunda benim ağırdan alışım, bir tembellik değil.' -M. Ş. Esendal. 2) bir işi gönülsüz, isteksiz yapmak: 'Ama üstüme düşüldü mü bende bir gönül tokluğu, bir nazlanma, bir ağırdan alış.' -H. Taner.

12

ağırına gitmek

onuruna dokunmak veya gücüne gitmek: 'Kimse, dört çocuklu bir aileye ev vermek istememiş. Bu, büsbütün ağırına gitmiş.' -A. Ağaoğlu.

9

ağırlığı olmak

etkisi büyük olmak: 'Başsavcının yargıçlar arasında belli bir ağırlığı var kuşkusuz.' -A. Kulin.

6

ağırlığını (ortaya) koymak

kimliğini ve kişiliğini kabul ettirmek.

12

ağırlık basmak (çökmek)

1) gevşeklik ve uyku gelmek; 2) ağır bir hava kaplamak; 3) sessizlik oluşmak: 'Yavaş yavaş bir ağırlık çöktü. Bir sakinlik herkesi kapladı.' -M. Ş. Esendal.

9

ağırlık olmak

1) sıkıntı vermek: 'Kimseye ağırlık olmaz, kimseyi sıkıştırmaz, iyilikten başka bir şey yapmaz.' -Ö. Seyfettin. 2) birine yük olmak, kendi masrafını başkasına çektirmek.

10

ağız (ağzını) açmak

1) konuşmaya başlamak; 2) kesici aletleri keskin duruma getirmek; 3) ağır sözler söylemeye başlamak; 4) azarlamak, paylamak: 'Aman efendim, bendenize bir ağız açtılar, donakalmışım.' -M. Ş. Esendal. 5) alık alık bakmak.

13

ağız açtırmamak

çok konuşarak başkalarının söz söylemesine, konuşmasına engel olmak: Yusuf Efendi biçareye ağız açtırmıyordu.

10

ağız ağıza vermek (konuşmak)

iki kişi birbirine pek yakın durarak başkaları işitmeyecek bir biçimde konuşmak: 'Tenha köşelerde ağız ağıza konuşurken yanlarına biri gelecek olursa hemen susuyorlardı.' -R. N. Güntekin.

15

ağız aramak (yoklamak)

öğrenmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak.

11

ağız birliği etmek

bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşmak, söz birliği etmek.

16

ağız burun birbirine karışmak

1) dayak sonucunda yüz yara bere içinde kalmak; 2) yüzde aşırı öfke, üzüntü, yorgunluk vb. durumların izleri görünmek.

15

ağız değiştirmek

önce söylediğini başka türlü anlatmak: 'Gelgelelim Akif, Berlin'e gidip de oradaki kahveleri gördüğü vakit ağız değiştirmek zorunda kalır.' -S. Birsel.

15