Deyimler

Toplam 11,193 deyim bulundu. Alfabetik sıraya göre listeleniyor.

(bir şeye) kulak vermek

değer vermek, önemsemek: 'Usa ve gerçeğe uygun anlatışlara kulak verenin olmadığı görüldü.' -Halikarnas Balıkçısı.

12

(bir şeye) kuvvet vermek

bir konuya çok önem vermek: Matematiğe kuvvet verince öbür derslerini yetiştiremedi.

10

(bir şeye) merak sarmak (duymak, salmak)

bir şeyi edinme, yapma veya onunla uğraşma isteğine kapılmak, bir şeye eğilim duymak: 'Bu adama, her gördüğüm vakit, merhamet ve korku ile karışık bir merak duyuyordum.' -R. N. Güntekin. 'Miralay beyimiz, emekli olduktan sonra komisyonculuğa kalkan veya cins tavuk yetiştirmeye merak salan soydan değildir.' -H. Taner.

13

(bir şeye) pamuk ipliğiyle bağlanmak

her an bozulmaya, kopmaya hazır olmak.

15

(bir şeye) renk gelmek

renklenmek, canlanmak: 'Sarı yanaklarına hafif bir renk geldi.' -Ö. Seyfettin.

13

(bir şeye) sünger çekmek

bir şeyi hiç olmamış saymak, silmek, silip atmak, unutmak: 'Bir türlü doyamadığım hürriyetimin üstüne sünger çekmek lazım geliyordu.' -O. Kemal.

16

(bir şeye) tuz biber ekmek

üzüntüyü, kusuru artıracak durum yaratmak.

17

(bir şeye) yatkın bulmak

uygun görmek: 'Bugün birçoğumuzun romana yatkın bulmayacağı anlatımları pek rahat kullanmıştır.' -S. İleri.

15

(bir şeye) yüz tutmak

yönelmek: 'Biçare Yunus'un çoktur günahı / Hakk'ın dergâhına yüz tutmuşum ben' -Yunus Emre.

13

(bir şeye) yüzü olmamak

1) o şeye dayanamamak; 2) cüret ve cesareti olmamak; 3) utanmak.

12

(bir şeye) yüzü tutmamak

1) haklı da olsa karşısındakini kıracak bir davranışta bulunmaktan çekinmek: 'O böyle kimseyi kırmak istemedikçe, kimseye olmaz demeye yüzü tutmadıkça ne kadar istemese çevresi onu kıracak, üzecekti.' -N. Cumalı. 2) utanmak.

12

(bir şeye) zihni takılmak

1) yanlış bir kanıya takılıp kalmak; 2) çözülmesi gerekli bir konu üzerinde durmak.

11

(bir şeyi birine) çok görmek

yadırgamak: 'Mehmetçiğimiz ayrıca anıtlara layıktır. Onun köylere kadar anıtlaştırılmasını çok görmem.' -P. Safa.

14

(bir şeyi birine) haram etmek

o şeyden umulan yarar ve rahatı tattırmamak.

9

(bir şeyi birinin) başına sarmak

birine musallat etmek.

12

(bir şeyi, bir şeye) nişan koymak

ileride tanıyabilmek veya ölçebilmek için bir şeyin durumunu, onun herhangi bir özelliğini akılda tutmak veya iz bırakmak: Dönüşte yolumuzu şaşırmamak için şu çifte kavakları nişan koymuştuk.

10

(bir şeyi, bir yeri) siper almak

bir şeyi siper olarak kullanarak gizlenmek: 'Kayaların arasını siper aldım, çevreyi gözetlemeye başladım.' -M. Yesari.

11

(bir şeyi, kendini) siper etmek

1) kendini veya bir şeyi korumak amacıyla bir başka şeyi siper olarak kullanmak: 'Tuğla harmanındaki ameleler durup ellerini gözlerine siper ederek etrafı aradılar.' -S. F. Abasıyanık. 2) bir şey veya bir kimse için kendini tehlikeye atmak: 'Siper ederek etrafı aradılar.' -S. F. Abasıyanık.

11

(bir şeyi) abes bulmak

gereksiz, saçma sapan olarak kabul etmek: 'Annem eniştemizin bu son sözlerini dinlemeyi artık abes bulurdu.' -A. Ş. Hisar.

20

(bir şeyi) ağzına sürmemek

herhangi bir yiyeceği veya içeceği hiç yememek veya içmemek.

11

(bir şeyi) ağzında gevelemek

açıkça söylememek.

12

(bir şeyi) aklına koymak

1) bir şeyi yapmaya kesin olarak karar vermek: 'Fakat Ömer birinci mevkiye oturmayı aklına koymuştu.' -N. Hikmet. 2) çok istemek: 'Bir düşünsün, meslekte kalmayı aklına koyuyorsa gecikmesin, vardiyaya buyursun.' -Z. Selimoğlu.

14

(bir şeyi) aklında tutmak

1) bellemek; 2) unutmamak: 'Nasıl aklında tutar bilinmez, gelmiş geçmiş onca başbakanın adlarını sayar.' -M. İzgü.

9

(bir şeyi) anlata anlata bitirememek

beğenilen bir şeyden çok söz etmek.

17

(bir şeyi) arkada bırakmak

1) bir şeyden epey uzaklaşmış bulunmak; 2) zaman veya düşünce bakımından geçmişte bırakmak: 'Uyandığımız zaman üçte birini arkada bırakmışızdır başlayan günün.' -S. F. Abasıyanık.

11

(bir şeyi) ayakta tutmak

1) o şeyin sürekliliğini sağlamak: 'Meddahlar seyirciyi meraklandırmayı, ilgilerini sürekli ayakta tutmayı çok iyi bilirler.' -M. And. 2) bozulmasına, yıkılmasına, çökmesine engel olmak; 3) bir kuruluşun yaşamasını sağlamak.

11

(bir şeyi) başlangıç tutmak (almak)

bir işi, bir dönemin, başladığı nokta veya tarih olarak kabul etmek, belirtmek: 'Tarihler, bu sorunu açıklarken 1071 yılını başlangıç tutarlar.' -C. Uçuk.

10

(bir şeyi) bir köşeye atmak

gerektiğinde kullanılmak için bir yere koymak.

11

(bir şeyi) çorba etmek

karıştırmak.

9

(bir şeyi) deve yapmak (etmek)

başkasının malını kendine mal etmek: 'Onu soyup soğana çevirecek, babasından kalan evleri, dükkânları birtakım maceralar yüzünden deve yapacaktı.' -O. C. Kaygılı. 'Allem ettiler kallem ettiler sonunda bizim eşeği deve ettiler.' -Halikarnas Balıkçısı.

12