Deyimler

Toplam 11,193 deyim bulundu. Alfabetik sıraya göre listeleniyor.

(bir şeyden) söz etmek

o şey üzerinde konuşmak: 'Dilin çağdaş kadın yazara hazırladığı tuzaklardan söz etmişti.' -T. Uyar.

10

(bir şeyden) sünger geçirmek

silip atmak, unutmak.

10

(bir şeyden) zevk almak (duymak)

hoşlanmak, beğenmek: 'Yılan gibisin, insanları sokmaktan zevk alırsın.' -N. Hikmet.

11

(bir şeye şu veya bu) nazarıyla bakmak

ona öyle imiş gibi, o gözle bakmak: Ona düşman nazarıyla bakıyor.

13

(bir şeye, bir kimseye) yazık olmak

boş yere zarar verilmek: Masrafa yazık oldu. Adama yazık oldu.

12

(bir şeye, kimseye) yazık etmek

boş yere zarar vermek: Kumaşa yazık etti. Çocuğa yazık ettiniz.

17

(bir şeye) ... gözüyle bakmak

yerine koymak: Kardeş gözüyle bakmak.

10

(bir şeye) akıl sır ermemek

bir işin niteliğini, gizli yönlerini anlayamamak.

13

(bir şeye) can dayanmamak

bir şey karşısında insanın dayanıklılığı elden gitmek: 'Bir lacivert petunya vardır ki renginin hoşluğuna canlar dayanmaz.' -A. Boysan.

11

(bir şeye) can gelmek

canlanmak, güçlenmek: 'Vücudumuza serinlik, ferahlık yayılıyor / Kan verilen bir yaralı imişçesine cismime can geliyor' -R. H. Karay.

14

(bir şeye) cila vermek

aydınlatmak: 'Çocukluk günlerin hatırası zihinlerine cila vermişti.' -R. N. Güntekin.

11

(bir şeye) doyum olmamak

1) bir şeyden bıkılmamak: 'İnsanına, nimetine, hayaline, hürriyetine, şairine, şarabına doyum olmuyor.' -N. Hikmet. 2) bir şey yetmemek, bir şeye kanamamak; 3) bir şeyi çok fazla beğenmek.

11

(bir şeye) dürbünün tersiyle bakmak

bir şeyi küçümsemek, olduğundan çok daha az önemli görmek.

14

(bir şeye) düşkün olmak

çok önem, değer vermek: 'Şiire milletçe düşkün oluşumuzun sebeplerini araştırırken kafiye merakımıza takıldım.' -B. R. Eyuboğlu.

13

(bir şeye) elini sürmemek

1) eliyle dokunmamak; 2) mec. hiç karışmamak, bir şey yapmamak: 'O gün akşamı böyle ettik, kimse elini işe sürmedi.' -M. İzgü. 3) mec. bir işi kendine yakıştırmayarak tenezzül etmemek; 4) mec. ilgi göstermemek.

14

(bir şeye) Fatiha okumak

o şeyden umudunu kesmek.

12

(bir şeye) gebe olmak

bir şeyin gerçekleşme olasılığı bulunmak.

21

(bir şeye) gölge düşürmek

bir şeyin değerini veya ününü azaltacak işler yapmak: 'Bu iki yazarın usta hikâyeci vasıflarına gölge düşürmüştür.' -A. Ş. Hisar.

12

(bir şeye) gözü (gözleri) takılmak

dikkati çeken bir şeyden bakışlarını ayıramamak: 'Gözleri başka bir sahifenin ortalarına takıldı.' -P. Safa.

11

(bir şeye) gözü gitmek

bir şeyi istemeden görmek, elinde olmayarak bakmak.

12

(bir şeye) gözünü yummak

görmezlikten gelmek.

13

(bir şeye) haciz koymak

borçlunun malına el koymak: 'Ya parayı verirsiniz ya da haciz korum.' -B. Felek.

13

(bir şeye) hasret bırakmak

gerektiği anda bir şeyin yokluğunu hissettirmek: 'Kış günü, çoluğu çocuğu battaniyeye hasret bırakıp hepsini topladım, balkonda yattım.' -M. İzgü.

12

(bir şeye) hayat vermek

canlılık vermek, canlandırmak.

10

(bir şeye) imza atmak

imzalamak: 'Önüne bir tomar parşömen çeken ağa, yeni öğrendiği imzasını atmaya başladı.' -O. Kemal.

14

(bir şeye) kanaat getirmek

kanmak, aklı yatmak, inanmak: 'Artık Kâmuran'ın ömrümün en büyük aşkı, geleceğime bir tek hâkim kudret olduğuna kanaat getirdim.' -H. E. Adıvar.

17

(bir şeye) ket vurmak

engel olarak güçleştirmek: 'Yerli atölyelerin işine ket vuruyorlarmış.' -O. Kemal.

14

(bir şeye) kul olmak

aşırı derecede bağlanmak, boyun eğmek: 'Ben serüvenlere kul olmayacağım, serüvenler bana kul olacak.' -A. İlhan.

12

(bir şeye) kulak (kulaklarını) tıkamak

bir şeyi duymazlıktan gelmek: 'Vücudu içinden duyduğu çöküntülere kulaklarını tıkar, gözlerini yumar.' -A. Ş. Hisar.

8